Aslında mesele değil yazmak bir şeyler... Yazılırda an olur uzaklara varılır...
Mesele hakkını vermektir sözlerin. Bazı sözler hafiftir hisleri yazmakta bazı hisler hafiftir yazıda. Bir yol olmalı, denmeli, ağır hisleri anlatacak ki hafif kalmasın sözlerde, satırlar adamdaki.
Üç satırda demek mümkün bazı yağmurlarla geleni,bazı baharlarda açan çiçekleri ve beslediği taze doğumları mümkün değil üç günde anlatmak, besmelesine gelmek hiç mümkün değil ömrün üç günü....
Ömrün üç günü;
Dünü,
Bugünü,
Yarını sürer de gider.
Kıymette sözlerin hakkını veren gönül üç ömür gününde pahanın hakkını teslim edendir,bilendir emaneti canda,can yarelerinde,sakınır ellerden el sözlerinden.Ve hatta beynini kemiren şüphelerden ve ürettiği acabalara güvensizliklere yem etmez,kendinden bile korur saklar annenin bebesini koruduğu şefkatle....
Ve denecek sözlerin en kıymetlisi sanır ki adam en bilge şairlerce, yazarlarca denecektir, en edebi ve en ağır edebi anlatım kurallarını geçerek aday olacaktır bilmem ne yazma payelerine ve o payelerden birini kazanlardan birinin olacaktır.
Aldanır adam....
O en kıymetli, en güzel anlatımlı, en etkileyici ve en güzel sözlerin söyleyeni yoktur ve o ifadeler hiç söylenmemiş, hiç yazılmamış, hiçte yazılamayacaktır da.
Çünkü o sözler anlatılır sessizliklerin tam orta yerinde. Sessizliklerin kol gezdiği anlarda sadece onu anlayan yüreklerce duyulur haykırışlar, sessizliğin hafakanlar bastığı anlarda fısıltılarla sevgiler, çaresizlikler ve bilmem ne çeşit insani duygular büyük harflerin tonundan daha yüksekçe duyulur, yüreklere işlenir, hanelerde payelenir.
Bazı bir bakışla, bazı bir dokunuşla ve bazı bir damla yaşla ve bazı seslere sessiz kalarak, bazı bir kâğıda sıkıştırılmış notla söylenir bu sözler...
Bazı istikamette olan arif adam tavrıyla algılanır sözler, bazı hayâdan nasip almış bir biçarenin çaresizliğinde gizlenir, bazı yüreği saflıkta ve samimiyette katmerlenmiş bir adamın utangaç hallerinde ve bazı sıradanlığa sığınmış basit, temiz yürekli adamın yüzünde yazılıdır, okursun duyarsın habersizce hiç vakitler ayırmadan.
Hiç özen göstermeden mekteplerin hangi sınıfına kadar okumuş ve hatta hiç kalem tutmamış olsan dahi tam olarak ilişir düşüncelerine insanın, kavrar ve zamanla gayretler sarf etmeden bir bakmışsındır bu öğrenişten alışkanlıklar peyda etmişsindir zorlanmadan, başkalaşmışsın.
Ve tastamam işlersin bu sessiz sözleri yüreklere, ne olursan ol, ne sıfatta ne makamda ve ne hali beşerde olursan ol bilinç altına bilgisayar kaydı gibi kaydedilir ve silemezsin kaç bin defa unut diye fermanlar dilesen de beden hanendeki maddi, manevi hanelerinden. Ruhlar ve bedenler kabul etmez hiç bir formatı, insan kanunu ve bilmem ne çeşit kalıbı ters geliyorsa sessiz çığlıkların öğrettiğine.
Tartamazsın, anlayamazsın bazı kantarlarda kaç bin tona tekabül ettiğini. İlaç gibi, Lokman Şurubu gibi sonralardan çıkar etkileri. Sonradan çarpar yürekleri, sonradan allak bullak eder düşünceleri, sonradan değiştirir etkisine kapılanı, hayat algılayışı yeni bir hayat yaşanıyor gibi değişir, başkalaştırır insanı.
Bu deyiş, söyleyiş, anlatma yolu peygamberlerin, bilgelerin, liderlerin ve kalp, gönül adamların kendilerini ifade yoludur. Bu deyiş Yunus’ların, Mevla’naların deme yoludur. Bu yol hüznü cebinde gözleri yaş dolu olanların, bu yol pek büyük erdemi kalplerine sığmayacak kadar perçinleyenlerin yoludur. Bu yol dünya işlerinin basitliğine menem çeşit maddi olguya zerre değer vermeyen ariflerin, gönül adamı safi yüreklerin doğalca bildiği, ırmakların denizlere kavuşma arzusu şiddetiyle dillendirdikleri, insana ait en güzel melekeleri kendinde toplamışların sessizliklerini dillendirme, seslendirme yoludur.
Bazı hayalperest denir bu dilde konuşanlara, bazı deli ve bazı maceracı ve bazı meczup ve bazı aşık, toplumca hoşluk ifadesi sınırının ötesindeki sıfatlarla anlaşılmayınca dilleri başlarda. Başlarda öyledir hep önceleri yuhalanır, aşağılanır bayağılanır ve garipsenme fantezileri tatbik edilir anlaşılmayınca dilleri, sınırlar, makamlar, hoş görü kısırlığının bile dışına itelenirler, sayılmazlar adamdan itibarda görmezler önceleri.
Arifler bilir kıymetini, gönül adamları, gönülden konuşan üçü beşi düşer peşine gönül diliyle, gelecek diliyle anlatan bilgelerin ardına. Kimi öğrencisi olur, kimi yardımcısı, kimi aşığı, kimi doktoru, kimi bilmem ne vazifeyi fırsat kollar ya ayaklarının tozuna müptela olur, gölgelerinden dinler sesleri dolaşırlar dünyayı aşıkca, geçerlerde vazgeçmelerden bir yoldan yollara nehirlerde damla olmaya gayrete hayretle coşkun olur, geçerler geçitlerden kah giderler zordur pek zahmetlilerinden, kah geçerler gülerek bu da tat denerek sulunun envai çeşit zevklerden.
Aslında mesele değil yazmak bir şeyler... Yazılırda an olur uzaklara varılır...Mesele Yunusca, arifçe anlatmaktır sözleri…Can vermek anlattığına ve o sözlerle hayata hayat katmaktır usulca.Sulu günlerde susuzluk, güneş kavuruculuğundan serinlik vermelidir anlatılan. Bir nefeste çıkarmalı yüce engin yüksekleri, ve bir nefeslik anda tartılarda dünyanın merkezine çakmalıdır düşünceleri.
Tadılmayanı bildirirken bizden, bu dünyadan bilmem kimin felsefesinden, öğretisinden aşkınca başka bir dille söylerken herkes anlamalı ve gönül hanelerinde geleceğin pürüzsüz yüzüne şaplak gibi çarpmalı. Düşüncelerden akarken pınar suyu tadı lezzetler kalmalı damaklarda ve içtikçe usanmadan her defasında başka lezzetler sunmalı ve daha fazla lezzet vermeli dinleyenine.
Söz sahibinin dilinde kıymetlenir. Kimsesizlerin kimsesi derken kıymeti koyar tartılara sözleri. Bilgenin hafiftir sözü kendinde ve sarf eder binlerce kez ben gibi insanlara tartılarda, gerçekte karşılığı pek çok ağırdır, manidardır sözleri.
Aslında mesele değil yazmak bir şeyler... Yazılırda an olur uzaklara varılır. İçi boş abartılı ve sonunca çıkmaz sokaklara varan, zamana boşlar geçsede olur gözüyle bakan cümlelerde yazılır. Sayfalar aşılır, ciltlere varılır bir varmışsın koskoca arpa tanesi yol alamamışsın.
Yazdı mı Yunus’ça yazmalı, Yazdı mı Mevlana’ca yazmalı, Aşık Veysel’ce söylemeli… Yazdı mı arifçe yazmalı ki azda deryalar, çokta enginler sunmalı sessiz sedasız, şimdiden başka bir şeye hitap etmeli.Yarını aşmalı, yarın kolay gelmeli, insana gönüllere asırlar sonrasında taze meyve kıvamında lezzetler sunmalı.
Aslında mesele değil yazmak bir şeyler. Yazılırda çok kalabalıklar edilir saf saf toplayınca bire denk olmayan. Maharet bire bin tadı vermek… Maharet şırınga ettiğinde lezzeti bildirmeden, gürültüsüzce yüreklere ferahlıklar, esenlikler serpmektir düşüncelerle.
“Hem arif hakkı için, hem de hakkın hakkını vermek için” demek gerek ve çekilmek gerek usulca geriye….