9 Ekim 2010 Cumartesi

GöRDÜM

Gördüm ki giderken bıraktığım gibi değil odam, masam, yatağım. Değişmiş sanki. Yokluğumda içi sızlayan oldu mu bilmem. Garip olmak, farkı yakalamak adına çarpışmamaya niyetli olunca güzel. Olması gereken ne varsa sayfalar dolusu yazılmaya söz verilmiş neler yok ki getirdiğim. Üzülmeye söz vermiş! Bende sanki sıkıntısını katmerlendirme görevini üslenen adam gibi aynı anda olduğum yere çakıldım. Varsın yanlış anlaşılsın sözüm. Ve varsın yanlışsa sıkıntıya kilitlenmeye başlasın. Kaparım gözlerimi ve usulca kapı eşiğinin altında saatleri kovalayarak yazılmayı bekleyen hikâyeleri raftan çıkarırım. Tozlu yollardan geldim diyerek duygunun sömürüsüne başlamamak için sakinim şimdi. Dönmemek, gitmemek ve gidememek... Pek çok olumsuz ifadeyi dağıtmak istemesem de kapı aralamak ve fırsatı sebeplerle sıralamak için saydım, döktüm.Mazeret kapısının nedensiz bekçiliğini yapmak içimdeki acayip yaratılışlı ruhun görevi mi bilmeden?

Gözler uykuya niyetleniyorsa alacaklılar gibi kapıya vurmaya alışmış birilerinin olduğunu sanışım psikopat özlemlerle tırnakların ölçüsünü kaçırmış olabileceğim anlamına gelmez sanırım. Sözde hiç bir şey umurumda değil...Farzı muhaller arenasında takıntısız havasına bürünmek istesem de kıpır kıpır oynayan, yerinde duramayan, titrek ellerimi gizleyemiyorum işte.İhtimallerde dahi yazılmasa da peşin görülen rüyaların bol kepçeden hayra yorularak yollara düşüleceğine kanaat getirişim hoş elbet. Fakat bilinç altındaki özlem duygusunu kazımak için haklı nedenleri sıralayıp duruyorum uzun vakit. Bu arada habersiz görünen dürtülerim heyecanlardan ne zaman ve hangi yollarla kurtulur kim bilir? Günlük yazarak yola çıkan adam sadece Pazar diliyle yazmaya devam ediyor ve yazıyor..

Hangi umudu yitik adam gelir ki Hasbağlar’a. Yeni varsayımlarım sonu her ne kadar gelmeyecek gözükse de buralarda kağıt kalem ayrısı gayrisi olmayan iki sıcak dost gibi göründü ilk anda. Uzun soluklu bakışla neler gördüm anlatamam. Tarifsiz desem abartı olur mu acaba? Kalem parmaklarımın arasında geometri ifade etmeyen belirsiz hareketler yaparken kendi kendime neler kurgulayabilirim sorusunu sordum. Kendi etrafında uçarken ateşin sevdasında düşen pervaneler gibi döneceğim hayallerin çevresinde.”Gel desem bilirisin gelirim.”ifadeleriyle yoğunlaşan, anlaşılma hevesinden yoksun dizeleri dökerken aslında uzaklarda paçavra saçmalarına sarmalanmış, tebessümlerimi cezbeden birileri var. Onların peşinde gelecek vuslatla edebi olmaktan vazgeçerek sade anlatımla neler yapılmaz? Yine istekliyim. Yalan yok taşacak ırmak gibi değilim yazarken. Fakat yazmaya mecbur bırakacak mucizevî sebepler üretmeye de çalışıyorum. Göründüğü gibi hissiz ve duygu yoksunu değilim. Sorular ardı sıra gelir mi bilmem? Ne diyorsa sorular eminim ki binlerce yıldır insanların arzusuyla tutuştuğu o mükemmellik arayışı, ezberimize biz doğmadan on binlerce yıl evvelinde girmiş bir şey, yeni değil. Görüyorsun ya kabul ve retleri en baştan ortaya koyma zorunluluğumuz varmışçasına ince ince anlatıyoruz güya. Kimin umurunda.

Sessizliğin yanı başında, Pekkan Tepe bakıyorum. Hani görev öncesinde neden ve nasıl çıktığımın ifadesinde zorlandığım tepe. Evet, kardeşim dediğim gibi o tepe artık benim için bir anlam ifade ediyor. Umurumda mı hayır bu da değil elbet. Kolayca kestirmeden yola çıkmayı başarıyorum içimde. Bilgisayar mantığı gibi kabul ve retlerle yaşamaya, esnekliği unutmaya başladım yine. Ey ruh gel ve düşüncelere can ver. Kasılan ellerim, soğuyan bedenime bildik sıkıntılar yüklerken tarihe geçmeye hazırlan yazar edasına mı bürünüyorum. Bana memleketimin inince çıkması zor tepesini, gelerek görme fırsatı düştü. Papazın ayinine benzeyen melodi alışılmışın dışında olunca onlarca kez dinleyişimi, tanımayan normal karşılamasa, şaşmam doğrusu. Paragrafları, toplamda çizdiğim dairenin içine sokunca ilham bulabilir misin? Ya yarıçapı 1 metre bir alanda 1 hafta geçirecek olsan? Diyelim ki karanlıkta, Kırmızı Dağın kuzeyindeki benim için esrarengiz mağaraların birinde güneş ışığı görmeden 1 ay geçecek olsa! Hayattan zayi olacak 1 ay mı, yoksa iradenin zaferi olacak 30 gün mü? Hangisinde kalemin coşar. Hurdacı edasıyla eskiler alarak, kursağında kalır her yeni şey. Dini bir vecibeyi yerine getirecek gibi sıkıştık diyebiliriz mekâna. Sızlanış tarzında hürmetsiz cümlelerin nedeni ondan. Pek mutlu edici olmayan haber ve görevlerden uzak olmak burada bulunuşun sevindirici olanı.

Neden suskun adam? Elini apış arandan çıkar ki titreyen dişlerinin çıkardığı sesi gizlemesini sağla. Evet kendinle konuşmaların derince verilmemiş hak gibi? Neler diyorsun? Ucuzcu pazarlara nihayetsiz özlem duyulmasının sonu yok mu? Ayakların gitmeyecek ilerilere. İsteksizliğin korkak damgasını alınlara etiketlemeden şişkin göğsünü artık boşaltmalı bay manyak? Hızla nefes alışların karşındaki, bazen bilinçaltındaki düşüncelerde kabul edilmek için değil mi? Evet uğraşımızın nedeni arka bahçedeki yeni yetme fidelerdeki sevinç naralarını fazlasıyla hak eden gençlik serzenişini hissettirmek için. Potansiyel olamamak ve eskimeye yüz tutmak korkusunu yutkunmak ? Bunu sanırım yapamayacağım. Sıradanlık damarlarımın içinde dolaşması mümkün gözükmeyen kan gibi.

Çekirdek tanelerinin diş arasındaki boşluğu dolduramayışına kızıyorsun. Bakma etraflıca.Esnek kullanımlı birçok kelime ezberinde olmasa halin yerinde olunca gül yapraklarının her birinde sayfalar dolusu sığabilir.

Boşalan su deposunun deliklerini kaplamak , depoya eski kalitesini kazandırmanın imkansızlığı gözüküyor.Öyle inanmışlığına kendisinin de tahammülü olmasa da botlarının ıslak ayaklara esans etkisi yapan dayanılmaz kokuya duyarsız kalıyor işte.Değiştir!Değiştir!Ve değiştir!

Burnuma yakan ekşilik içine kapanılacak bir yer buldu. Besmelesiz adamlarının bulunmadığı, küfürden kavgadan on binlerce metre uzakta .Huzuru mağara adamının ateşe hayranlığın anlatır gibi anlatıyordu. Okumuş olmak neyin sonucu? Okul sıralarının daimi üyesi olmak kırılan ümitlerin engeli değil mi? Adı yüksek olan okulların ardı sonu gelmez günlerin hapishane gibi mecburculuğuna takılmak bunu yapmayanlara karşı kazanılmış üstünlük mü?

SONRASI SONRA….

Hiç yorum yok:

YAĞMURUN SEVDASI