26 Eylül 2010 Pazar

Nerdesin?

Geceleyin bir ses böler uykumu.
İçim ürpermeyle dolar:--- NERDESİN??
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran sesin.

Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgârlara karışır gider.
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana:--- NERDESİN??

Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben,
Elverir ki bir gün bana derinden
Ta derinden bir gün bana "GEL" desin


Ahmet Kutsi Tecer

22 Eylül 2010 Çarşamba

Say İnanmadıklarıma

yanaşınca sus sesleri

dinledik yutturmacaları

değildiler olası…


yem olur pek bilge ifadeler,

heveslerine,

su bardağı gözlük takanların

ortaköy ün güvercinli masalarında..

gagalarım bilgiyi

çiğner ağzında büyüterek,

yutmaz arif dili ekşiterek,

edeble kusar,

belki de bir ihtimal.


3000 metrede soğuktu beden,inince ısınır

çamurdur dağlar,

ıslak,

hamurlu,

aşınca

vücut paslanır.


unuturum entel havasını bahariyenin,

Kızılayın –meli – malılarına da

aşina değil hiç düşlerim

Yeter ki 4 telli sobam,

ayak uçlarıma yeter ben pistim desin

desin telefondan yüreğime yakın olan,

ben sana geldim yoktu sesin

desin çağrı yolları açılmıştı pembeleşen ufukla,

sarmıştı sevdam üzerini çöken sisle

Bildiğinde sardığını sevdicek hisle


Hangisinin yalanları allıdır,

süslü yaldızlarla yüreklere serpilmeye hazır,

Hangisinin bekleyişleri gün doğumuna gebedir

dışı düşler kaplı,

cam gibi buğusu ıslak sıcaklıklara aralı


Manalar türetilmek istenilen

Gider Canı elinde kıstırarak deyimleri cebine,

Ataların sözleri yavan ellerde,

Yavan eller gezmelerde…

Geçilir Yollardan

Ve kaçının içinden ellerim geçiyordu sebepler türeterek,

Be senle olmazlar biçilince

Ayaklarına dolandı Ömer Seyfettin kaftanları

Olur mu Kıssadan hisse hadisesiz masallar

Ve olur mu içine reçineler saçılmış,

Basit kelimelerden,

Kuzguncuğun fasit dairesinden

Eli elmaslı şairi çıkar mı?



pek uydurma masalların yaşanıldığı

gizemli Mahmut boğazından

Allahverdi’ye geçilir mi telsizle sorardık

biz uçar uçurumları komandoca,

uzaklara atlardık...


Be hey değince yüreklere umut salan adam,

Denizlerinde balıklar,

Sekerek mi yürür,

be hey gönlü eğri adam,

caddelerinde insanlar dalgalara

dikine mi bırakır kendilerini

Mavi aynanın İvan’a şiiri

Oynama kendicağızınla böylesine,

İşveli,

Sevgili sersemliğinle.

Bazı hayaller boşa çıkar

Bazısı,

Şiir değildiler hiç.


Değişmedin bilinmedin oysa

Ucuzcu yârin görüntüsü,

Sana elem verir başkalaşan siluetlerin koynunda

Avunsun ser-in

Başkalaşan mekânların yolunda.


Tadını almak uğuruna

Kalemin sessiz,

Yüreğin dağlanmış,

İnanmak gelmez içimde.

Gidenim var yelkenlide.

Hicve ne gerek!

Yol üzerinde umut,

Baş şaşınca vazgeçişine darılma

Yanılma alıngan yalnızlığa.


Zamanın zor geçer,

İçinde pişman bir sukut

Derdim sensin der durur

Bir heves ki olmayacakla heyecan bulur

Vazgeç ey gönül

Buda basit bir aşk

Bu da sade,

yitik,

Destina ruhlu bir amaç,

Sonu er geç dibini bulur

Okyanuslar gibi

Mis gibi,

Canda tüten kahve ekşiliği.

Yangınların mı var

Bak yer yer

Yağan yağmurla tanığım

bu soluk sona.

Eski bir dosta...

Onların istediği bir şeyler vardı her defasında. Tam unuttu diyecekken önümüze saçtıkları, taze, sıcak yalanlar. Ancak konuşmalar sırasında anlamsız cümlelere tahammülü yoktu. Sanki balını kovanına getirirken önü kesilen arı gibi sokmaya çalışırdı sonra. Sorun neydi bilinmese de, bu kesinlikle benim hikâyem değildi. Dosttu bazısına göre, cana yakındı bir şeyleri ihmal edersek. Pek gürültülü yaşamı oldu, genç ömrüne değin. Pek çoğumuz dua ederdik bu sinirden arınsın diye. Bu kızgın algılayış yıpratıyordu hem onu hem bizi. Birkaç gün önce herkese veda etti, sakindi bembeyaz yüzüyle. Dostlar her şeyleri ihmal ederek uğurladı onu. Bu sefer içten gelen dokunuş gibi hissettim onu. Sanırım Mevla’m istemediğimiz bir şekilde kabul etti duamızı. Elim anlatacak bir şeyler yokladı bu sukut etmiş bakışı.

Allah rahmet eylesin arkadaşım…

SANADIR SÖZÜM DUYARSAN!!!

Yakalamaç sokaklara dalınca ürperir gözyaşlarım,

Dostun yüzüne aklar sürmenin lezzetini,

Soluklardım yıldızlı gecelerde

Katlanırım efendim selamın üzerime olsun yeter ki,

Şiirinin kafiyelerinde salınarak salıncaklar misali,

Gelmişim tıkırtısızca panayır vakitlerine…


Efendim, başımın tacı,

Seçemedim yolumu,

Gidince tellerimin sonunda sen olmaz oldun,

Sıcaklar kavururken açık yerlerimi,

İzinden emareler belirir gölgelerde


Hani sabitlenince nirengi noktalara,

Söylenmez oldu o eski sevda türküleri

Adresinde kırıklar olanın

Sınıflarında kalmak umuduna,

Yutkunmaz olduk

Ekşilik sardı damakları.


Bu bendeki özlemi neden filizlersin

Sulanır yeminli bahçelerde be can parçası

Yanık kokan ellerimin arasında

Neden külden barındırırsın kendini,

Ve neden ateşleri sıcak çay özlemlerinde

Yakmazsın sana yanaşmışken

19 Eylül 2010 Pazar

AZ

Gün doğacak diye saçma bir çırpınış sergiliyoruz yine.Sabah olmasına neredeyse 2 saat kaldı. Gündüz aralıksız 10-11 saat uyku sonra 2-3 gün uykusuz, adam olmanın sınırından epeyce uzak normalleşmeye gayret ediyoruz. Esasen şikayet etmekten pek hoşlanmasam da bu fasılasız döngünün orta yerinde başka bir bene yola alıyorum.Biraz biraz benden başka mekanların hicvine sığınmışlıkla ayı izleyerek başka masalları duyar gibi olmaya başladım.

Şimdi denilebilirki rahattadır beden ve belki hiç olmadığı kadar yüklemlerden uzak, omur ağırlığındakilerden ırakça seslerini yükseltebilirim ve denilebilirki iç dünyasındaki parlak sesin umut yolcuğunu merdivenlerinden usulca çıkarak amaç hanelerindeki zirvelere yol alabilirim.

Bu sözlere top yekün katılmaktayım.Ancak kendimi de savunmak zorunda hissetmek gibi olmasın ama bir ağır uyuşukluğun,buralardaki mevcudiyetimi gece, gündüz arasında ayrım arasında kaybetmeye başladım. Bir şekilde yola girecek tabi bu halim.

O eski kılıcımı alıp, zirvelere koşarak yol alan halim hala aklımda...Bal rengi saçlarına özlem duyduklarımın madde alemlerime yakınlaşınca tekrar vucut bulacak.Bu özlem yeminsiz başka özlemlerden fersahla farklı fersahla daha ağır anlamlar yüklü.

Bazı öyle inanıyorumki sanki 5 noludan bakınca İncesu'nun ardındadır evim sanki 1saatlik terli yürüyüşler sonrasına kuzu seslerinde sağırlaşacak,kendimi bulacak ve can bebişimin yuvamın tadı kıvamında özlemlerinden pişmiş taze ekmek vuslatının lezzetini damaklara uzun çiğneyişlerle kavuşacağım.

Biliyorum o şimdi masal rüyalarda besmeleli düşünceleriyle pamuk yatağında uykulardadır. Biliyorum o şimdi anacağının şefkatli sevgisinden emin yarınları beklemektedir.

Uyu bebişim eninnilerle uyu...
Uyu Ecişim dualı sözler dilimde huzura uyu...
Uyu canım,canda hasparçam yarınlara uyu....

Gün doğmasına az var. Ay batalı epey oldu. Mehmetler beklemektedir İncesu'ya bakarak.Sanırım onlarda düşünmektedir Cevizlik'in diğer tarafında memleket vardır, başka özlemler saklıdır gidince mutluluk veren, ayrılıklarda hüzün veren...

Memleket kokusu sardığında vuslata az kalmıştır. Az kaldı az az......

2 Eylül 2010 Perşembe

Gül Rengi...

Bu baharın gelişi evimizdeki çiçeklerin açılışına tanıklık etmemize vesile oldu. Her tazeliliğin adım adım damlayarak parlak renklere dönüşmesini, mis kokuların yayılmasını ve renklerin çoşmasını neşe ile izliyorum.

Her toprağa düşmüş can, her can bulmuş beden yenilenerek ve tazelenerek Mevla’nın bereketinden nasibini alıyor ve sanki bahara kavuşmanın sevinciyle gökyüzüne dönüyor.

Nazlı çiçeğimizin doğmasından fazlasıyla yıl oldu. Bu onun gördüğü ikinci bahar ve daha serpilmiş ve daha bilmiş haline evin içinde pıtırcık adımlarını savuruyor. Yürümeden önce koşmak konuşmadan önce uzun hikâyeler anlatmak istiyor yavru çiçeğim.

Bilge duruşu, bir masal kahramanını cebinden çıkarmak için hazır beklerken hayat yolunu bir kaç kez geçmiş tavrı şaşılası doğrusu. Sanki söze girmek için fırsat kolluyor ve o anı yakaladığında içinde sözler çağlayarak Mevla katından getirdiklerini serecek ve kendinden geçinceye dek düşünü anlatacak.

Çiçeğimin kendini bulduğu bir yer var köşe arkasında. Orada zamanı es geçmiş birbaşka güne dönmüş güneş siması papatyalara ayçiçeklerine şakımaya hazır.

Dur sesleri gelmeden kendini masal kahramanı bilmek için kendini sakınıyor sanki. Masalların o en sevilenesi, sıkıntılarına sihirli parmaklarıyla dokunuşlarıyla taze pembe heyacanlara dönüştürmeyi öğrenmekte şimdilerde. Yol yordam bilmek için gül yüzüyle tebessümle yoğurarak hasbi niyetlerini kelimeleri uzatarak, kendi şivesinin o en komik, o en manalı, o en safiyane cümlelerini kurmakta.

Bazı sözleri yaralamakta babayı…bazı sarmakta sözleri düşüncelerimi bilmeme değin bebektir olur böyle şeyler desemde.

- Zizep(Zeynep)’in babası buyyda…

- Memedi Arda(Mehmet Arda)’nın babbası buyyda

- Babaaaaaa

- Benim babam nerde……..

- Babbaaa…..

- Kaylu(Caillo)’nun da babası vavvv

- Babbaaaa….

Bir tokattan daha ağır ekşilik katar bu diyalog… Ağır sözlerden daha yüklü yüklemler salar boyna….Duruşu eğim kazanır ve anlamsızlar türer…..


DAHASI SONRA….

O gördüğüm rüya gerçek mi?

Şimdi geçen zamanı anlatmak ve önceki hecelerden ne kadar uzak olduğumu anlamak fırsatı geldi kondu. Öyle serçe kuşlarını yanaklarıma konmasını hisseder gibi, sözlerin nereye vardığını düşünmek için bu soluğu kullanmak gerekti.

Gün canparelerin, yürekteki has parçaların cana yaklaşmasını, ana yaklaşmasını hissetmenin günüdür.

Biz o sevdicek sözlerle o uzak yolardan vardığımız yerlerde çok şükürlerle güzellikler ve esenlikler bulduk.

Sanmıştım ki o kelimeleri yazan adam benden gitti ve özlemlerini cebine koyup bir daha gelmeyecek.

Sanmıştım ki yüreğimde hep özlemle beklediğim Kamisa gönlüme girince adam kendine gerek yok diye bavuluna gözyaşları ekleyip adasına döner. Gideceği yerlerde elemli, umutlu bekleyişleri bırakarak gelmek yerine Kamisanın geleceğine yazılı o engin düşlerle nasiplenmenin payesine ulaşmak o kadar yakınken ondan vazgeçmek delilik değilse nedir?

Gönül komşusu ağaçların dallarında bahar tazeliğiyle meyveler yakın tebessümleri fırlatmışken, E’nenni bebeşimin her anına bir başka masalın orta yerinden yaşamanın ne mahsuru var.

Küheylan umutlarını gözyaşlarından durulukta getiren sarı saçlarının, beyaz teninin duruluğunu özümden de coşkusunu yaşadım ya ne mutlu bana. Sevmişim ya gönül hanemde bu can adamda hem eşimi bulmuşum hemde mis pare parmaklarıyla gönüllerin ince perdesine dokunan gökkuşağı prensesimi.

Belki tüm bu olanlar yol adamı olmanın hastalıkları. Kah bakmışım terli yürüyüşlü günlere, kah bakmışım sayfalarda saklı ümitli günlere ve belki canın anda yaşandığı o taze geçmişteki can pareli İstanbul günlerine. O günlerin anısına unutmuşum söz vermeyi.

Gün gülü beraber getirirse eğer ve biz adamızdaki dalgalarla boğuşmazda seversek tuzlu, köpüklü sersemlikleri yürek hanemdeki gönül köklerini büyütürüz büyüyen prenslerin, prenseslerin göğe yükselmesine tanık olan bedenlerimizi eskiterek...

Ve diğer dalgalı günlerin bizden götürdüklerine gönül vefası besleyerek hayır dilemek boyun borcu. Dökülen saçlar ve dökülen yapraklardaki özlemli hasret artık yavaşça yitirdi şiddetini köpüklü günlerin büyüklerine.

Hayat böyle geçip gidiyor işte diyorlar. Yaşıyor ve yaşlanıyoruz arif adam olma kıyısına uğramadan. Gördükçe anlıyoruz diye ve anlayacağız her defasında...

Canım canda has parçam ve Küheylanına binip Zile'den gönlüme doğan güneşim, gökkuşağının renkleri varlığınız tamamlıyor hanelerdeki kırıkları..Ve hayata sizin pencerenizden bakıyorum ya çok şükür Yaratana...

Sevmişim sevilmişim gönülden, kandan candanlarda sağ olsun huzurla.

Ne güzel günler bunlar yoksa....gördüğüm rüya mı gerçek mi?

1 Eylül 2010 Çarşamba

Taradım saçlarımı rüzgara

Taradım saçlarımı rüzgara

Sana koşardı yıldızların arza ışıkları,

sen bilirdin parlamayı,

utkulu bir akşam üzeri

sen seslendirdin bu nağmeyi.


uzaklarından fasıl fasıl dökülen

duvarlar arasındaki ıslıklar.


Umunca tebessümü,

Kader misali sürterdi ardında,

Gelecek mi yok,

dert etme enginden beklemeyi ,

öğretmiştin can verdiğine ,

bildiğini.


zaman zaman kısaltarak hayallerimi ,

başka maratonlara katıldılar,

yıldızlarının altında duvar taşları sayardın

katılmazdın terli yürüyüşlere.


Fikirleri heybene koyup,

Efendi sözleri serçe kuşunda,

Uçurdun Tunceli özlerine .


Başka mekanın içinde,

başka sendeliklerin hicvine,

sığmamışsın,

sırrındaymışşın.


Damla damla düşerken çiğ taneleri,

Bende bildim bu sabah

Değil önceki gibi

Yarın,

Sırrının da gizi olmayacak.


Buruk bir gri buluta,

umuda dalgınlığı sarmaladımsa eğer,

Hevesimde kursağımın manası ,

Varlığımızın nedeniydi ,

Bizsizdi baharın.


Nedensizdi ayın yansıması,

Güftem ince sileri, do-ları

Katarak karanlığı siler,

Sensiz ,

ve elemsizce gayri…

GeCeden Dost

Yatağımdan kalkarken güne başlarkenki halime baktım. Önemli olmadığını ve dikkate değer olmadığını hissettim geceki rüyanın. Saklamanın sonu yok. Ancak dile gelince tükenişe benzeyen ifade hazır bekleyince vazgeçtim bu düşünceden. Aklımda her defasında hızla akacak resmi görünce ilkin umut depoluyorum. Sanma yolunu kaybetmiş adamın sözüdür bunlar. Yalın ayak gidince, sitemsiz, kulvarlarda çekeceğiz kendimize mis kokuları.

Reva olmasa da bunlar, evvelinin gerisinde durmasın diye, nerede kalınacağını yumruklarımda saklayacağım. Mazeretli olmak istemiyorum ya ondan bu hal. Hatamıdır benimki anlayamadan geceki tilki geldi aklıma… Nöbet mevzisine yanaşmış, uzun kuyruklu şirin yaratık.

Ziyaret sebebinin gereği ikramda bulundum suskundu, suskunluğunun sonrasında bakıştık. Çok sözleri var gibi inledi. Korkan kimdi? Üç beş metreye sokulmuş, namlunun ucunda, dokunuşluk bekleyişi vardı. Ama dertleştik bırakarak tereddütleri bir kenara. Gezdiği yerlerde seni sordum. Aradığımı gördüm dese de peşinden koşacağım sevinçten, belki de sarılacağım dostça aramızdaki tereddütlerle yoğrulmuş farklılıkları unutarak.

Garip nerden süzsen bakışmalarımızı garip hem de bir o kadar hoş. Çok dağılınca kendine kalmalısın dedim. Gözleri bıçak gibi kesti sözleri. Ardına bakmadan gitti. Küçük harflerle, içimde gezeni yanına al ve sen ona götür! Son bakışı,” herkes yola kendi gider, bulursa sıcak kıyafetler gibi iyiliği sarar bulduğunda kendine. Bana düşen, yola düşmek. Sarmasını dileyerek beni güzelliklerin hoşluklarda sende bol olsun” dedi. Sustum. Gece, bir dostun elinde seslendi. Kendime huzur içinde döndüm. Yolun açık olsun gece dostu .

Selametle

TaZeDiR Yürek

ve bazı rüyama geldiğinde sanıyorum ki gitmeyeceksin.doğru ..bir kez daha uzaklarda, ana kucağına, yuva sıcağına kavuştuk,rüyada bile olsa tebessümü yanağa kondurduk.
ayrılık tadınca zor, bitince unutulan bir şey.ya içinde olunca? Bebişimin tutam tutam yarınlarını bazı kendimde aralayınca bir kelime dahi edemem gibi geliyor.
buradayım dost sözlerinden arınmışlıkla kendi halindeyim.ilmek ilmek bağlanan ben değil sanki yanağıma konacak taze sıcaklık,kuzu canların hoş sedaları.
kimseyi aldatmıyoruz belli ve sözleri ulu orta da saçmıyoruz.Yarının sonrasında geleceğiz.Bu cümleleri kurmak için biliyorum daha erken,daha şafağın sökmesine vakit var.Ancak bendekiler şimdilerde kabını aşmak üzere.Sus Sesleri yüklüyorum düş haneme.İçimdeki ses ters ters cevaplıyor inatlaşarak "niye bu beni bastırmaya gayret ve niye özdekini gizleme telaşı." Daha pek uzun zaman, aşılacak pek çok dere,yüksek tepe, kavrulmaya hazır alın saniyeleri varken şimdiden yürek bu kadarda taze olmaz ki...
candasınız

YAĞMURUN SEVDASI